Başlıkta hata yok, dert ettiğim şey “örtünmek” değil, örtülmek. Üniversite çağına gelmiş bir kadın, başını örtmüş, kendi bileceği iştir. Defalarca yazdım, kızların başlarını örtmelerinin üniversitede okumalarına engel olmasını kabul etmem. Bırakın üniversite öğrencisi genel ahlak kurallarını ve toplumsal normları çiğnemediği sürece dilediği gibi giyinsin.

Konunun yıllardır çözümsüz kalışını, pek çok temel sorunun üstünü örterek ülke gündemini böylesine belirleyişini anlamak zor.

Tartışma CHP’nin referandum sürecindeki çıkışıyla yeniden alevlendi. Hem de, üniversitelerde çatışmalara, ilkokul kapılarında gerilimlere yol açıp yakıcı hal alarak.

Kabul etmek gerek ki, CHP yine türbana dolandı. AKP, mevcut medya ortamının iktidarı sorgulamayan yapısının sağladığı avantajı da kullanarak, CHP’nin attığı ayağa pası seçim sürecinde gole çevirmek için tam saha pres yapıyor şimdi.

Türban yalnızca örtünmenin değil, ülkenin en yakıcı sorunlarının üzerinin örtülmesinin de aracı oluyor. Türbanı inanç özgürlüğü çerçevesinde konuşanlar, zorunlu din derslerini aynı iştahla konuşmuyorlar. Yalnızca, inanç özgürlüğü açısından bakıldığında bile, türban tartışması inanç özgürlüğü alanında yaşanan diğer sorunların konuşulmasının önüne geçiyor.

Türkiye’nin işsizlik sorunu, yoksulluk sorunu var. Hayatın her alnını kuşatan bir muhafazakarlaşma ve ülkenin tüm kurumlarını, 12 Eylül’den miras kalanlar dahil, birer birer ele geçiren bir iktidar konsantrasyonu sorunu var…

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Gül Kayseri’deki Türkiye Gazeteciler Federasyonu 31. Başkanlar Konseyi toplantısında pembe bir tablo çizmişse de, basın özgürlüğü alanında sürekli geri giden bir ülkemiz var. Cezaevlerinde gazeteciler, mahkemelerde gazetecilerle ilgili dosyalar var.

Yatak odalarının bile gözlendiği, neredeyse her konuşmanın dinlenip internette servis edildiği, davalarının özüyle hiçbir ilgisi olmayan özel hayat bilgilerinin iddianamelere doldurulduğu bir zamanda yaşıyoruz. Gelin görün ki, bütün bunlar yüzünden sorgulanması gereken iktidar, türban tartışması sayesinde “mağdur” olup çıkıyor karşımıza.

Seçim sürecinde bu tartışma AKP’nin yelkenini şişirecek bir rüzgara dönüşecek, bu kesin. Birileri ilkokul kapılarına da türbanla dayanıp rüzgarı hafif kesecek olsa, o bildik yafta hazır: Provokasyon! Hazır seçim sürecine girmişken ve her şey tıkır tıkır işlerken, Cüppeli Ahmet Hoca bile, o hep yaptığı toplantılardan birini yapmaya kalkınca, “PROVOKATÖR” ilan ediliyor Yeni Şafak’ın manşetinde.

Acıların, insanlık dramlarının üstü örtülüyor ama biz örtünmeyi tartışıyoruz sürekli.

Zonguldak-Karadon’da iki madencimizin üstü toprakla örtülü ne zamandır. Bir gün, üç gün, beş gün değil tam 159 gündür üzerleri örtülü. Dursun Kartal ve Engin Düzcük, aylardır üzerleri tonlarca toprak örtülü yatarken aşağıda, eşleri, aileleri de kahroluyorlar yukarda.

Şili’de sağ salim çıkarılan 33 madenciye, “Biz 3 günde çıkarırdık” diyen bakanlarımız var bizim. Şili’de madenin başından ayrılmayan cumhurbaşkanları varken, Dursun’un ve Engin’in 159 gündür örtülü bedenlerini dert edip de iktidarı sıkıştırmayan medyamız var bizim.   

Başların örtülmesi önemli olabilir, ama cansız bedenlerin tonlarca toprakla örtülmesinin hiç mi önemi yok? Örtünme tartışmaları yaparken, örtülmelere boş mu vereceğiz?

TTK hafta başında o iki işçinin cesedinin çıkarılması işini de bu alanda hiçbir deneyimi olmayan Çinli bir firmaya verdi. Peş peşe yapılan onca hatadan sonra ve ortada bu işi biz kendi mühendislerimizle yaparız diyen bir Maden Mühendisleri Odası varken…

Örtünme konusunda muhalefet eden CHP’nin, “İlk ve orta öğretimde türban konusu ne olacak? Kamu görevlilerinin durumu ne olacak?” gibi soruları ve o sorular karşısında iktidarın kaçamak yanıtları anlamlı tabii.

Ama, muhalefet yapacaksanız, Karadon’da üzeri örtülenlerin yanında olmak, orada çadır kurup Dursun ve Engin çıkarılana kadar madenin önünden ayrılmamak daha anlamlı.

Örtünenler kadar, memleketin üzeri örtülen konularını da dert etmek lazım.

Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!